Kürt ressam İlyas Kirkan: Resim yapmak kendi dilim oldu
Konya Cihanbeyli Kuşça’da doğan ve Danimarka’da büyüyen Kürt ressam İlyas Kirkan, hayatına son sekiz yıldır Londra’da devam ediyor. Kirkan’ın solo şovu ‘Journey within Journeys’, Londra’da sanatseverlerle buluşuyor.
İlyas Kirkan ile 11 ülkede sergi açmasına uzanan yolculuğunu konuştuk.
‘ŞEHRİN TÜM DUVARLARI BENİM İÇİN TUVALDİ’
Kendinizi kendi sözcüklerinizle anlatsanız nasıl tanımlardınız?
Dünyalı, Danimarkalı, Konyalı Kürt, yazmaya, çizmeye, resim ve sanata aşık… Ailem ile beraber altı yaşımda Danimarka’ya göç ettik. Anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi orada bitirdim. Küçük yaşlardan itibaren resme ilgim vardı, şehrin tüm duvarları benim için tuval idi. Sanat derslerini lisede aldım, ilk eserim yıllarca lisede asılıydı. Hatta lisede öğretmenim bana “sanat okumayı düşünüyor musun?” dediğinde, hayır cevabını vermiştim.
Neden ‘hayır’ demiştiniz?
Çünkü liseye başlayacağım sene, yaz tatilinde babama “Okuyacağım” dediğimde, babam “Ne okuması, git çalış para getir, katkıda bulun diğer çocuklar gibi” demişti. Onların hayallerinde hep geri dönmek vardı. Okuyabilmek için sürekli mücadele verdim. Lise hayatım boyunca, bu kavgalar son bulsun diye gece 4’te temizlik işine gider, sabah 8’e kadar çalışır, 08.05’te derse girerdim. Böyle bir ortamda “Ressam olacağım” diyebilir misin?
Ailemin ilk okuyan ferdi olarak güzel sanatlar yerine sosyal bilimler fakültesine gittim. Kürtlerin verdiği mücadelede bir farklılık yaratmak için hayalimde hep gazeteci olmak vardı. Hatta üniversitedeyken beş yıl gazetecilik yaptım.
Danca, İngilizce, Kürtçe, Türkçe, Portekizce, az Fransızca ve Almanca bilmeme rağmen kendimi en iyi resimlerde ifade ettim. Resim yapmak benim kendi dilim oldu.
‘ABLAMIN YASINI ATLATAMADIM, RESİM YAPMAK TERAPİ GİBİYDİ’
Peki yeniden resim yapmaya nasıl başladınız?
Ablam ve eniştemi 1997’de bir trafik kazasında kaybettiğimde ben Londra’da master yapmak için bulunuyordum. O masterı maalesef bitiremedim. Ailemden uzak ve yalnız olduğum bir dönemde bu yası uzun süre atlatamadım. Yaşıyorsun ama aslında yaşamıyorsun, bu da ciddi hayat sorgulamalarını beraberinde geliyor. Bu süreçte “Hayatta beni mutlu eden ne ise onu yapmak istiyorum” diye bir karar aldım. O günden sonra her gün resim yapmaya başladım. Terapi gibiydi. İçimdekileri oraya yansıtıyordum. Herkes bana, “Deli” dedi. Herkes zaten biraz deli değil mi, sanatçılar da biraz deli değil midir? Case Kenny’nin dediği gibi, “Hayat mükemmel olmakla ilgili değil, insanların sizi biraz deli sanmasına neden olacak kadar gülünç derecede tutkulu olmakla ilgilidir.”
Kendinizi resim konusunda geliştirmek için ne yaptınız? Bir eğitim aldınız mı?
Hayır, eğitim almadım. Ama boş da durmadım. Araştırma yaptım, sürekli resim içerikli kitaplar okudum, sanatçıları gidip stüdyolarında izledim, sorular sordum, bol bol sergilere, galerilere ve müzelere gittim. Londra, bu anlamda çok şey öğrenebileceğiniz bir yer. İki, üç yıl böyle devam etti. Bir gün bir arkadaşım bana yemeğe geldi. Duvara üst üste yaslamış olduğum tablolarım vardı. “Bunlar çok iyi, sana sergi açalım” dedi. Güldüm. Ama o ısrarla birkaç tanesini aldı. Bir hafta sonra beni aradı ve “Hazırlan sergini açıyoruz” dedi. Maceram da böyle başladı.
‘TABLOLARIMIN BİRÇOĞU KİMLİK VE DİLLER ÜZERİNE’
Nelerden etkileniyorsunuz? Ne çiziyorsunuz ve bunu nasıl yansıtıyorsunuz?
İnsanın hayatı kocaman bir yolculuk ve bu yolculukta fikirlerin, düşüncelerin, hayata bakışın değişiyor. İlk başlarda yalnızca mavi tablolar çiziyordum çünkü mavi benim için özgürlüğün simgesiydi. Mavi bir gökyüzünün sonsuzluğu, özgürlüktür. Mavi bir denizin ya da bir okyanusun önümüze serdiği fiziksel ya da düşsel yolculuklar özgürlüktür. Bazıları bu yolculuğa aileleri ile birlikte bir gemiye binerek çıkar, bazıları da yamalı şişme bir botta hiç tanımadıkları insanlarla bir umut yolculuğuna çıkar. Yol özgürlüktür.
Tablolarımın birçoğu kimlik ve diller üzerine. Öncelikle Kürtlerin ama özünde ezilen herkesin yaşadığı sorunlara ilişkin kolajlar yapıyorum. Gazete ve dergi kupürlerini, yazılan yazıları veya fotoğrafları topluyor, onların üzerine resim yapıyorum. Çizdiğim resimlerde somut, ele gelir maddeler kullanıyorum. Konuya ilişkin o yöreyi, o konuyu ilgilendiren bir parça olsun istiyorum çalışmalarımda. Resimlerimde kolajlarla, o çağı, o anı, o kişiyi yansıtıyorum.
‘KÜRT SANATÇI, HER ÇALIŞMASINDA KÜRTLERLE İLGİLİ BİR ŞEY YAPACAK DEĞİL YA…’
Eleştiri aldığınız oldu mu?
Bir tablo yaptığınızda herkes onu beğenmeyebilir. Biri bir tabloya baktığında farklı bir yolculuk yaşıyor, diğeri farklı bir duygu yaşıyor. Bazen beğenilmiyor tabii. Biri geliyor, “Bunu ben de yaparım” veya bir başkası “Şunu benim çocuğum da yapar” diyebiliyor. Bazen Kürt arkadaşlarım sergime geldiğinde “Burada Kürtlerle ilgili bir yansıma yok” diyebiliyor. Yani Kürt bir sanatçı her çalışmasında Kürtler ile ilgili bir şey yapacak değil ya…
Bir de bu unutmamak gerek; bir eserinizi bir duvarda sergilediğinizde eleştirilere açık olmanız gerek çünkü eleştiriler sağdan soldan gelir.
Bu eleştirilen sizin şevkinizi kırıyor mu peki?
Tabii ki hayır, Andy Warhol’un dediği gibi “Sanat yapmayı düşünme, sadece yap. Herkesin iyi mi kötü mü olduğuna, sevip sevmediklerine veya nefret edip etmediklerine karar vermesine izin ver. Onlar karar verirken daha da fazla sanat yap.” Ben de hep böyle yaptım. Danimarka, İngiltere, Fransa, Portekiz, Kanada, Amerika’dan, Japonya’ya kadar 11 ülkede birçok karma ve bireysel sergim açıldı.
Kimliğinizden dolayı mesleğinizde pozitif ya da negatif ayrımcılık yaşadınız mı?
Yani sanırım hem pozitif hem negatif tarafları var. Kürt kimliğini vurgulayan birçok sanatçı gibi hiçbir zaman Türk Büyükelçilikleri’nde yapılan sergilere, etkinliklere davet edilmedim. “Kürt sanatçıdır” diye sergime gelmeyenleri biliyorum. Yani her ne kadar Türkiye’den hoşnut olmadıkları için yurt dışına kalkıp gelmişlerse de ne yazık ki bazı şeyler aşılamamış. Kimlik farkı hala kabullenilmiyor.
Diğer taraftan evet eminim bazı yerlerde Kürt olduğumdan dolayı avantajlar yakalamış olabilirim. Direkt hissettiğim ya da gözlemlediğim bir şey olmadı açıkçası.
‘TÜRKİYE’DE HERKESE KARŞI BİR AŞAĞILAMA VAR’
Türkiye’de hiçbir sergi açtınız mı ya da açmayı düşünüyor musunuz?
Türkiye’de hiç sergim olmadı. Açmam demiyorum ama henüz zamanı gelmedi diyelim. Türk vatandaşlığından uzun yıllar önce çıktım. Ben kendime sansür koyan biri değilim, ne düşünüyorsam onu söylerim. Şimdi oraya gider, ben de karşılığında bir şey söylerim, başım belaya girer. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan hakkında en ufak bir eleştiride ya içeri atılıyorsunuz ya da hakkınızda dava açılıyor. Benim dilim durmaz, çalışmalarım da rahatsız edebilir.
Bunun dışında Türkiye’de genel bir üslup sorunu var. Son gittiğimde bizzat şahit oldum. Bir kafede otuyordum, çalışan muhtemelen Suriyeli’ydi. Siparişi verenin o çalışanı Suriyeli olduğu için aşağıladığını gördüm. Ben utandım. Araplar’a, Suriyeliler’e, Afganlar’a, Kürtler’e daha doğrusu, Avrupalı veya Amerikalı olmayan herkese karşı bir aşağılama var. Bu beni içten içe rahatsız ediyor.
Yurt dışında yaşadığınız yerlerde de ırkçılık olmuyor mu?
Doğru, her ülkenin aşırı sağcıları var ve yabancılara karşı müthiş bir direnç oluşturuyorlar ancak burada yasalar ciddi manada işliyor. Üstü kapatılmıyor. Sokakta bir İngiliz size gelip İngilizceniz aksanlı diye aşağılamaz mesela, suçtur aynı zamanda. Cezası da var, yaptırımı da. Türkiye’de ceza olmadığı için caydırıcılık da yok.
‘TÜRKİYE’DE SUYA SABUNA DOKUNMADAN YAŞARSAN SORUN YOK’
Peki yurt dışı ile Türkiye’yi kıyasladığınızda Türkiye’de sanata ve sanatçıya değer verildiğini düşünüyor musunuz?
Sanatçıya varıncaya kadar kimlere kimlere değer verilmiyor… Türkiye’de suya sabuna dokunmadan yaşarsan sıkıntı yok. Yazarlar, gazeteciler, siyasetçiler, avukatlar… Hangisine değer veriliyor?
Bir de teknoloji yanı var. Yapay zeka gelişti, insanlar yapay zekayla resim de çizebiliyor. Bu sizin mesleğinizi nasıl etkiler?
Bir ressam açısından etkisi olmaz diye düşünüyorum. Örneğin ben resim yaparken kendimden geçiyorum, hayatı ve zamanı unutuyorum. Teknoloji de bunu yapıyor diye resim yapmayı bırakmam. Diğer açıdan baktığımızda ise teknoloji ile yapılan şeyler tek ve bir değil. Çoğaltılabilir şeyler. Oysa bir ressamın yaptığı resim eşsiz, tek ve bir. Bir ressam bile aynı tabloyu ikinci kez aynı şekilde yapamaz; duygular, hisler değişir. Dolayısıyla teknoloji, resmi bitirmez diye düşünüyorum. Ama birçok mesleği etkileyeceği de bir gerçek.
Yaratmak, meraklı olmamı sağlıyor. Meraklı olmak da beni daha cesaretli kılıyor. Cesaret ettiğimde çevremde daha eğlenceli olabiliyorum, korku göstermiyorum. Korkusuz olduğumda ise beni çevreleyen dünyada daha araştırmacı olabiliyorum ve bir yolculuğa çıkıyorum. Ve inanılmaz bir dönüşüm yolculuğu başlıyor. Sergime gelen her ziyaretçilere şunu söylüyorum; “Her resimle vakit geçirin ve sizi nereye götürdüğünü görün. Önemli olan gördüklerinizi beğenmek değil, sizi götürdüğü yolculuktur. Zaman ve mekanda bir yolculuk”. Teknoloji bunu yapabilir mi?